Hakkımda

Duyuru

       2008 yılından daha öncesinde başlayan ve hala devam eden kelimeler ile oynadığım oyunun ortaya çıkardığı yazıların tamamını sizlerin önüne seriyorum. Geçirdiğiniz vakitten zevk almanız dileğiyle...                                                                                                                                                                                                                                                               Eğer okuduklarınızı beğendiyseniz, facebook sayfamı beğenebilirsiniz, paylaşabilirsiniz. Evet uzun zamandır yazmıyorum, farkındayım ama ekmeğin yoksa hiçmişsin. Siz beni bi' destekleyin ben yazmaya geri dönerim belki, bir ara, inşallah. Sevildiğinizi bilin, söyleyin. Güzel kalın !

Hadi yetmeyecek gibi herşey bana.



Giysem bi' kot, bi' penye.
Çıksam deli gibi, bir parça da aklımdan alsam yanıma.
Terketsem bu şehri.
Terketsem limansızlıkları.
Bırakıp gitsem işte Ankara denen kenti.
Belki biraz daha kalabilirim, ama gideceğim.
Tamam bir sigara daha, sonra yokum.
Tamam son bir veda daha.
Tamam gel sarılalım.
Gidiyorum ben.
Vaktidir.
Saat canımı yakıyor, al senin olsun.
Çok çok çınlattı kulaklarımı tiktaklarıyla.
Artık senindir, al buyur.
Gözlerini bana bıraksana.
Özlerim, biliyorum.
Bişey daha var aslında, seni çok seviyorum.
Ama bu şehri değil.
Hadi beraber gidelim buralardan.
Ya da boşver.
Cesaret işi buralardan kopmak.
Belki de düpedüz delilik.
Evet, deliyim ben.
Deli, deliyim der arkadaş.
Bak beyaz bir düş görmüyorum ben artık.
Karanlıklar içerisinde bir parça ışık yok.
Kalmadı ekmeğim, suyum, selamım.
Ben gidiyorum bu şehirden.
Ben terkediyorum.
Limanlar bilirim, niceleri yanıp kül olmuştur, yüreğim gibi.
Sen gibi.
Ben gibi.
Ne farkeder biraz da biz gibi.
Hadi gidelim buralardan, bir kez daha sarıl bana tamam.
Ama ben gidiyorum.
Son bir buse belki.
Belki biraz daha fazla.
Hadi yetmeyecek gibi herşey bana.
Sarıl, öp. Olmadı yahu, öp ve sarıl.
Saati bi' kontrol etsene. Gidişime ne kaldı ki?
Olmamalı belki de. Gitmemeliyim.
Oturup savaşmalıyım, sokaklarda, parklarda.
Anılarla boğuşmalıyım belki de.
Yok yok, bu tam bir saçmalık.
Yok olmalıyım, yok etmeliyim.
Evet, evet ben gitmeliyim.
Yüzüme bak, yüzüme bak dedim.
Bu gidişin dönüşü olmayacak.
Kafama sıktım say, ne bileyim öldü de.
Bitti de.
Ayrılığımıza bir başka isim bul.
Adı ölümden güzel, doğumdan öte olsun.
Olsun işte aşk diye bir şey ve sen buna inan.
Ben inandım.
Bak yüzüme.. Bak diyorum lanet olasıca yüzüme.
Tükür gerekirse.
Ya da bir buse daha ver bana.
Sarıl hiç bırakmayacakmış gibi.
Ben gidiyorum.
Bıktım biliyorsun herşeyden.
Dumanlar içerisinde, insanlar yamyamlaşıyor.
Duygularımı, düşüncelerimi. Biz'i yiyip bitiriyorlar.
Olmuyor işte bi'tanem. Ben yapamıyorum.
Bu şehirden gitmeliyim.
Deniz iyi gelmeyecek bana biliyorum.
Ama orada boğulabilirim.
En azından tuzlu bir ölüm olsun istiyorum.
Deniz içerisinde olsun. Gözyaşları arasında değil.
Kimse ağlamasın, deniz yeter.
Bir dalgası beni alır götürür zaten.
Yüreğimi sana bırakmayı çok isterdim aslında.
Gözlerini alabilseydim eğer.
Bir kez daha sarılır mısın bana?
Belki de susmanın vakti gelmiştir ha?
Birşey demeyeceksin biliyorum.
Dur, dur ağlama. Toz falan kaçmasın gözlerine.
Yalvarırım ben gideyim artık.
Kalmalıyım değil mi?
Yok yok gitmeliyim.
Terketmeliyim.
Kaçmalıyım.
Yok olmalıyım.
Yok etmeliyim.
Çok çok çok sevmeliyim.
Hayır.
Sevmek bir başka intihar.
Aşk ölümsüzlüğe giden bir yol falan değil işte.
Çocuğumuz olsaydı adını Rüzgar falan koymak isterdim.
Ya da Deniz.
Huzur verirdi adı. Bana, sana.
Özlemini duyduğum herşeyi görebilirdim onda.
Belki o zaman gitmezdim.
Aile yüzü görmedim, görmüyorum ki ben.
Ama benden baba olurdu. Gerçekten.
Sen anne olabilir miydin?
Evcilik oyunları zor gelir miydi ki sana, bana.
Ne bileyim ya uf.
Biz ne yapabiliriz ki? Ben gidiyorum artık.
Bu şehir beni basıyor.
Seni karşımda görmeyi, gözlerine bir kez, bir kez daha bakmayı çok isterdim.
Doyamayacağım bir türlü. Olmayacak.
Olmuyordu zaten bu kentte.
Ben gidiyorum şimdilerde.
Sarılsana bana.
Dudaklarıma son bir buse daha.
Hadi kaçtım ben.
Evet, evet gittim ben.

Oğuz Karabulut
26 Mart 2011

Hiç yorum yok: